Anthony BurgessAsıl adı John
Burgess Wilson olan yazar 1917'de İngiltere'de doğdu. Manchester Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı ve sesbilim öğrenimi gördü. Otuz yaşlarına kadar en büyük arzusu besteci olmaktı. Bir senfoni dahil, çok sayıda müzik eseri besteledi.
1940-46 arasında İngiliz ordusunda yer aldı, 1946-50 yılları arasında Birmingham Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1954'ten 1959'a kadar Malaya ve
Borneo'da Eğitim Bakanlığı görevlisi olarak çalıştı. 41 yaşında İngiltere'ye döndüğünde beyninde bir tümör olduğunu ve bir yıl içinde öleceğini öğrendi.
Burgess o bir yıl içinde beş roman birden yazdı. Kendisine yanlış teşhis konulmuş olduğu anlaşıldıktan sonra da aynı hızla yazmayı sürdürdü. Aralarında
Otomatik Portakal (Bilgi, 1996) adıyla Türkçe'ye çevrilmiş
A Clockwork Orange, Nothing Like The Sun ve
The Malayan Trilogy'nin de bulunduğu 16 roman, beş eleştiri kitabı, çeşitli senaryoları ve çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Romancılığının yanı sıra gazetecilik, eleştirmenlik ve dilbilim çalışmaları da olan
Burgess, çağdaş İngiliz edebiyatının en verimli yazarlarından biridir. Türkçe'de ayrıca
Piyanoçalanlar (YKY, 1996) adlı kitabının yanı sıra Altıkırkbeş tarafından yayımlanan
Gizli Hava Müzesi (1995) adlı derlemede de bir öyküsü bulunmaktadır
Otomatik Portakal
Yazan: Anthony Burgess Çeviren: Aziz Üstel
Tüm zamanların kült romanlarından biri olarak gösterilen ve sıkı bir
kitlesine sahip olan Otomatik Portakal, 'En İyi Çeviri Ödülü' ne layık görülmüş Aziz Üstel çevirisiyle tekrar raflarda.
Ününün yarısını
Stanley Kubrick'in beyazperde uyarlamasına borçlu olan
Otomatik Portakal'ın İngiliz yazarı
Anthony Burgess (1917-1993), ilk romanlarında, bir İngiliz kolonisi olan Malaya'da karşılaştığı batı ve doğu kültürleri arasındaki uyuşmazlıkları irdelerken, doktoru kendisine beyin tümörü teşhisi koyunca hayatı değişir. Ölümünden sonra karısının parasızlık çekeceği düşüncesiyle kağıt ve kaleme daha farklı sarılan
Burgess, böylece en büyük eserini yazmış olur. Gelelim doktorun teşhisine. Tahmin edeceğiniz üzere pek de doğru bir teşhis sayılmaz (76 yıl yaşadı sevgili yazarımız), ama bu kadar büyük bir eserden sonra yanlış teşhisin sözünü etmek biraz ayıp olur
1961 senesinde Sovyetler Birliği'ne yaptığı ziyaret ve karşılaştığı baskıcı komünist rejim,
Burgess'ın
Otomatik Portakal'daki totaliter dünyayı yaratmasındaki en önemli etkenlerden biri. Devletin birey üzerindeki baskısı ve bireyin çaresizliği karşısında afallayan
Burgess bir röportajında şöyle der: "
Otomatik Portakal'da anlattığım aslında tam o dönemlerde (1960ların başı) yaşananlardı. Sadece araya biraz masal koydum. Gelecek hakkında yazmak istiyorsanız, o günlerde olanları hayal gücünüzle birleştirmeniz yeterli."
Çoğu zaman bilim-kurgu olarak nitelendirilen
Otomatik Portakal baskıcı bir yönetimin ve bu yönetime direnen bir sokak çetesinin hikayesi. Çetenin ve hikayenin baş kahramanı olan Alex adındaki 15'lik delikanlıya yandaşları Pete, Georgie ve Aptalof eşlik ediyor. Şiddet dolu davranışları nedeniyle devlet tarafından ıslah edilmesine karar verilen Alex önce hapsediliyor, daha sonra beyni yıkanıyor ve bu da, şiddet içeren en ufak bir harekette bulunduğunda hastalanmasına sebep oluyor. Yani Alex 'iyi' biri olup çıkıyor sonunda. Ama iyi biri olmayı seçtiğinden değil, başka bir şansı olmadığından. Biz de
Burgess eşliğinde bu çeşit bir zorlamanın ahlaklı olup olmadığını, iyinin ve kötünün ne olduğunu, insanın özgür iradesini kullanıp kullanamadığını sorgulamış oluyoruz böylece.
Herkesin kafasını karıştıran şu portakalın nasıl otomatik olabildiğine gelince... Kitap, İngiliz argosundaki 'queer as a clockwork orange' deyişinden alıyor ismini. Bu deyiş olabilecek en garip davranışları ve özellikleri barındıran kişiler için kullanılıyormuş. Portakalın organikliği insanlığı temsil ederken, otomatik kelimesi de makineleşmeyi anlatıyor diyebiliriz; yani makineleşmiş bir insanı: "Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum..."