Açılışdan görüntüler...(Büyük boy için resmin üzerine tıklayın)Venüs'ün Doğuşu
Başkalaşım
Güvercin Tedirginliği
DEFİNESİNİ PAYLAŞIMA AÇAN SANATÇI: CEBRAİL öTGÜN (Mehmet Yılmaz'ın yazısı)Cebrail Ötgün resme, resmin gücüne inancını yitirmemiş sanatçılardandır. Resim onun sanatının varoluş merkezidir, sığındığı limandır. Zaman zaman farklı sulara açılsa da döner dolaşır sığınağına, varoluşunun merkezine geri döner. Yanlış anlaşılmasın,Cebrail Ötgün sanatta disiplinlerarasılığı önemsemeyen değil, tam tersine önemseyen, öğrencilerine de öneren bir sanatçı ve öğretim üyesidir. Onun özenle belirttiği şey, sanatın merkezinde
resim olduğudur. Bu onun bir
duruşu olduğunu, durduğu yeri
bildiğini, sahiplendiğini ve o yere
inandığını gösterir.
Baştan itibaren, belli temalarda yoğunlaşan, diziler halinde resimler yapan ve bu dizilerin her birini kişisel sergi olarak izleyicilerin karşısına çıkaran bir sanatçı Cebrail Ötgün. Geleneğini bozmadı ve bu sergisini de bir başlık altında gerçekleştirdi:
Define Avı. Ancak, diğerlerinin aksine bu sergideki resimlerönceden belirlenen belli bir tema bağlamında yapılmadılar. Sanatçının 1997 yılından bu yana Ankaralı sanatseverlere göstermediği bazı çalışmalar ile 2007 tarihli çalışmalarından meydana gelen bir seçki bu. Serginin adının Define Avı konmasının nedeni de bu zaten. Önemsediği bazı resimlerin (başka yerlerde sergilenmiş olsa bile) Ankara'da sergilenmediği, dolayısıyla da gömüldüğü gibi bir duyguya kapıldığı için, fırsat bu fırsat, onları yeniden gün ışığına çıkarmaya, paylaşıma açmaya karar verdi sanatçı. Serginin ilk resimlerininden Venüs'ün Doğuşu Mersin'de; Leonardo'nun Vasiyetnamesi Adana'da; Siyah, Beyaz, Gri Gecesel İskenderiye Bienali'nde ve Başkalaşım Hindistan Trienali'nde sergilenmişti. 2007 tarihli son iki grup ise ilk kez bu sergide görücüye çıkan Güvercin Tedirginliği ve Ebu Garib Çıkmazı adlı resimlerden oluşuyor.
Define Avı, zorunluluktan öte, gizemli bir arayışa işaret ediyor aslında. Hem geçmişe hem de yaratıcılığın temel tetikleyicileri olan
heyecan ve merak kavramlarına bir gönderme, bir eğretileme var burada. Gerçekten de hem izleyici hem sanatçı için vazgeçilmez dürtülerdendir heyecan ve merak. Sanatçı da , izleyici de meraklandırılmaya, şaşırtılmaya eğilimlidir. Şaşırmalıyız ki, heyecanlanalım; heyecanlanmalıyız ki, yeni bir şey öğrenelim; öğrenelim ki, mutlu olalım. Gombrich,
Sanat ve Yanılsama adlı kitabında, "Eski Yunanlılar, şaşkınlık duymanın bilmenin başlangıcı olduğunu ve artık şaşırmadığımızda, bilgimizi yitirme tehlikesiyle karşılaştığımızı söylemişlerdi" derken, bundan bahsediyor kuşkusuz. Ancak, madalyonun bir de öteki yüzü var. Şaşırmak ve bilmek mutlu ettiği gibi, mutsuz da eder insanı. Gizli kalmış güzel bir şeyin farkına vardığımızda ya da bir sorunu çözdüğümüzde mutlu oluruz; ancak, çirkin ve acı bir şeyle karşılaştığımızdaysa (hele bir de elimiz kolumuz bağlıysa) "keşke görmeseydim" der mutsuz oluruz. Görmediğimizde yok saymak kolaydır nasıl olsa. Bu sergideki 2007 tarihli işler işte bunları sorgulamamız için bir kapı aralıyor bize. Düşüncesini açıkladığı için bir insanın ölüm tehditleri aldığını, dahası, katledildiğini bilmek ya da Ebu Garib hapishanesindeki mahkumların akıl almaz işkencelerden geçirildiğini bilmek, o olaylara ilişkin haber ve görüntülerle karşılaşmak merakımızı körükleyebilir, ama mutlu etmez bizi.
Sergide çoğunluğu resim olmak üzere, değişik malzemelerle yapılmış işler var. Ancak, konu, malzeme ve yapılış tarihleri ne olursa olsun, hepsine nüfus eden ruh derhal gösteriyor kendini. Sadece boyayla yetinmeyen; kum, saman, talaş, kağıt hamuru gibi yoğrulup dönüştürülebilen doğal malzemeleri de devreye sokan tatminsiz bir ruhtur bu. Doğal malzemenin anarşist bir niteliği olduğuna, bunun da yapıtın gerilimine yansıdığına inanıyor Cebrail Ötgün. Bu yüzden, üzerini boyamış olsa da malzemenin (kum, saman, talaş, kağıt ya da kağıt hamuru olarak) açıkca kendisini göstermesine izin veriyor.
Yaptığımız söyleşilerin birinde, tuval ve boya dışı malzemenin bir resmi yenilikçi yapmaya yetmediğini söylemişti. Düşünmeye değer bir konu bu. Evet doğru, tek başına malzeme yetmez yeni bir yapıt oluşturmak için. Ancak, tuval ve boya dışı malzemenin bir resmi bambaşka bir havaya soktuğu da bir gerçektir. Picasso'dan Duchamp ve Beuys'a, Kiefer'dan Tapies ve Paik'a kadar, birçok sanatçının farklı malzeme ve araçları devreye sokmasının nedeni budur. Ve, kendini bu geleneğe yaslayan Cebrail Ötgün için de geçerlidir bu arayış. Yalnızca boya ve tuvalle yetinmemesinin nedenlerini, tatminsiz ruhunun yanı sıra, malzeme ve aracın başkalaştırıcı doğasında da aramalıyız. Üretim araçları ve yeni malzemeler yalnızca ürünü değil, sanatçıyı da başkalaştırır.
Karşılıklı olarak malzeme ve Cebrail Ötgün birbirini başkalaştırmış, sonuçta bir Cebrail Ötgün resmi çıkmıştır ortaya. İzleyici, konudan ziyade öncelikle resmin maddi varlığıyla, biçime sokulmuş malzemeyle yüzleşir. Dizi resimlerinin çoğunda, yüzeydeki renkler ne kadar canlı olursa olsun, alttaki kum ve talaş ısrarla varoluşlarını dayatırlar. Malzeme yalnızca bir bahane, araç değil, resimsel varoluşun ta kendisidir; ancak, düşünceyle yoğrulmuş bir varoluştur bu.