gönül gömceli
Mesaj Sayısı : 2 Yaş : 42 Kayıt tarihi : 06/04/07
| Konu: Picasso ve David Hockney 4/6/2007, 23:05 | |
| "AĞLAYAN KADIN" dan "ANNEM YORKSHIRE MOORS"a... 21. YY teknolojisi her alanı etkilediği gibi güzel sanatların tüm alanını da derinden etkilemiştir. Teknoloji gelişmeden önce sanatçıya sunulan malzemeler yağlı boya, tuval ve fırça iken, gelişen ve değişen teknoloji ile birlikte sanatçının araç-gereçleri çeşitlilik kazanarak geniş bir yelpazeye dönüşmüştür. Sonuç olarak teknoloji sanatın bir aracı haline gelmiştir. Tel örgüler, kumaş parçaları, polyester, plastik ve akrilik boyaların yanında fotoğraf ve bilgisayar programları da sanatçıların malzemesi haline gelmiştir. Fotoğraf icat edilmeden önce 15. YY da Rönesans dönemi eserlerini incelediğimizde adeta fotoğrafa bakıyormuş hissine kapılırız. Bu dönemde teknoloji ileri düzeyde gelişme göstermediğinden dolayı usta ressamlar son derece gerçekçi bir dille eserlerini meydana getirmişlerdir. Ancak 1839 da fotoğrafın resmi olarak icadı ile birlikte sanatçılar realist çalışmalardan sıyrılarak kendi anlatımlarını ortaya koymaya başlamışlardır. Zamanla fotoğrafı kullanarak farklı etkiler elde etmişlerdir.
20. YY a geldiğimizde döneme damgasını vurarak kübizm akımıyla bir ilki başlatan Picasso ile karşılaşmaktayız. Picasso o döneme kadar yapılmamış olanı yapmış, biçimleri parçalayarak resmi bozmuştur. Ona gelene kadar hiçbir sanatçı resmi bozmamıştır. Kendi deyimiyle küçük tuhaf küpler adını verdiği kübizm akımının öncüsü olmuştur. O, çevresinde gördüğü her şeyi çok iyi bir biçimde analiz ettikten sonra kendi yorumuna giderek farklı biçimlerle anlatmıştır. Nesnelerin aynı anda birden fazla cepheden görüntüsünü eserlerinde anlatmıştır. 20. YY’ ın bir diğer ressamlarından olan David Hockney’ de Picasso’ dan etkilenmiş ve bir dönem onun tarzında çalışmıştır. Sanatçı daha sonra fotoğrafa yönelerek değişik çalışmalarda bulunmuştur. Buradan hareketle Picasso’ nun “Ağlayan Kadın” portresi ile David Hockney’ in “Annem, Yorkshire Moors” adlı çalışması teknoloji ve sanat kapsamında incelenecektir.
Picasso’ nun 1937 yılında yaptığı “Ağlayan Kadın” portresini incelediğimizde duygu yoğunluğuyla karşılaşırız. "Sanatçı gözleri, burnu, kulakları ve boynu kendi canının istediği gibi kullanabileceği bu bozmaları aynı anda belirli bir amaç uğrunda bir araya getirebileceği bir ölü doğa olarak görür"[1] Picasso bu eserini annesinin etkisiyle meydana getirmiştir. O dönemde baş gösteren savaş ve bunalım hali insanlığı derinden etkilemiştir. Annesi Picasso’ ya bir mektup yazar ve mektubunda İspanya’ da her yerin yağmalandığını, yangınların çıktığını ve bu durumdan dolayı çok üzgün olduğunu, sürekli ağladığını ifade eder. Picasso bu satırları okuduğunda o hüznü derinden yaşar ve “Ağlayan Kadın” portresinde o kadını hüznün kendisi haline getirir.
Picasso’ nun bu eserini incelediğimizde hüznün rengi olan sarı tonlarının ağırlıklı olarak kullanıldığını görürüz. Ön planda yer alan kadın portresinde ise kırmızı, yeşil ve mavi tonları ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Özellikle kadının gözaltı, burun, ağız ve çene bölümünde mavi tonlarına ağırlık verilmesi tesadüfî değildir. Çünkü mavi soğuk bir renktir ve hüzünlü havayı daha da pekiştirmiştir.
Picasso teknolojinin ona verdiği sınırlı olanakları kullanarak engin denizlere kucak açmıştır. O bu eserinde küçük tuhaf küplerini kullanarak hüznün resmini çizmiştir. Kadının başının önden, sağdan ve soldan görüntüsünü tuvalinde birleştirmiş ve o hacmi geometrik dille anlatmıştır. Kadına sağ cepheden, sol cepheden ve önden baktığında hangi kareleri yakaladıysa onun anlamlı bir bütünlük içerisinde, bir nevi kolaj çalışması şeklinde meydana getirmiştir. Bu şekilde eserde durağan bir hava yerine oldukça dinamik bir havayla yüz yüze kalmakta ve tüylerimiz ürpererek bu muhteşem eseri incelemekteyiz. Kaşların eğimli duruşu, dudakların yapısı ve gözlerin altına yerleştirilen damlalar belli bir mantık çerçevesinde oturtulmuştur. Picasso bu eseri yaparken ruhunu ortaya koymuştur. Belki de teknolojinin devreye girmesiyle meydana getirilen eserlerdeki en büyük eksiklikte budur. Her şey mekanik hale gelmiş, sanatçının esere kattığı ruh giderek kaybolmaya başlamıştır.
David Hockney’ in “Annem, Yorkshire Moors” adlı eserini incelediğimizde buram buram teknoloji kokan bir çalışmayla karşılaşırız. Hockney bu eserinde Picasso ile aynı mantığı kullanmıştır. Ancak o Picasso dan farklı olarak teknolojinin ona sunduğu olanakları kullanarak eserini meydana getirmiştir. Annesinin sağ, sol ve ön cepheden fotoğraflarını çekerek bu fotoğrafları küçük karelere bölmüş ve başın hareketini verecek şekilde bu kareleri bir yüzeyde düzenlemiştir. Tıpkı kolaj çalışmalarında olduğu gibi. Hockney’ in bu eserinde sevimli bir yaşlı kadın portresini görmekteyiz. Ancak herhangi bir duygu yoğunluğu yaşamamaktayız. Sadece “ilginç bir düşünce” yorumunu yapmaktayız. Oysaki Picasso “Ağlayan Kadın” portresini yaparken ona bir rol de yüklemiş ve hüznün karakterine dönüştürmüştür. Hockney ise “Annem, Yorkshire Moors” adlı eserinde sadece var olan üzerinde farklı düzenlemeler yaparak bu çalışmasını meydana getirmiştir.
Özetle diyebiliriz ki teknoloji sanatçı için sadece araç olmalı. Asla eserindeki ruhun önüne geçmemeli ve teknoloji ile ruhu birleştirerek eserlerini meydana getirmelidir.
Gönül Gömceli
[1] Marie-Laure Bernadac Paul edu Bouchet, Picasso Dahi ve Deli, Çev: Cem İleri, YKY-İstanbul, 2003.
KAYNAKÇA:
Maurice Tuchman, Stephanie Baron, David Hockney a Retrospective, 1988.
Bernice B. Rose, Bernard Ruiz Picasso, Picasso 200 Masterworks from 1898 to 1972, 2002.
Marie-Laure Bernadac Paule du Bouchet, Picasso Dahi ve Deli, Çev: Cem İleri, 2003.
E.H Gombrich, Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, 2004.
| |
|